Zezê karakterinin yazar ile bağlantılı olduğuna inanılan Şeker Portakalı, José Mauro de Vasconcelos tarafından yazılmış olup 1968 tarihinde ilk kez basılmıştır. Yazarın otobiyografisine dönüp bakıldığında koca kalpli karakterimizin hayatıyla pek çok benzerlik taşıdığını gözlemleyebiliriz. .Kim bilir, belki de başkahramanımız sahiden kendi hayatını anlatıyordur.
Zezê karakterimiz henüz hayatı tanımayan, meraklı bir çocuktur. Bunun ötesinde, kalabalık ailesinde kimsenin göremediği muhteşem bir zekâ, kavrama yeteneğine de sahiptir. Ancak hırçınlıkları, çevresini zaman zaman çileden çıkaran oyunlarıyla haylazlığı ön planda tutulur. Zezê’nin haylazlık süreçleri, diretmeleri ya da tepkilerinin altında derin sevilme ihtiyacı, kendini gösterme, kalabalıklar içinde sıyrılma arzusu yattığını düşünüyorum. Okumayı kimse yol göstermeden öğrenecek kadar parlak bir beyne sahip olan çocuğun hayatı maalesef o kadar parlak değildir.
2013 yılına kadar Türkiye’de öğrencilere okutulan kitap şiddet, cinsel kelimeler ve sansür gibi nedenlerle yasaklanmıştır. Ancak büyüklerin zihninde kitabın yalnızca bu kadar görülmesi oldukça üzücü bir durum.
Eserde Zezê’nin bir türlü sevilmediğini, hep itilip kakıldığını göreceğiz. Kalabalıklar içindeki yalnızlık hissini kitapta Zezê olarak okumaya devam ederken derinden hissedeceğinize inanıyorum. Hayal gücü çoğu insanın ulaşamayacağı kadar geniş olan sevgili çocuğumuzun bir şeker portakalı fidanıyla dertleştiğini, doğaya ne denli sevgiyle bağlı olduğunu okurken kalbiniz her cümlesiyle ısınacak, yalnızlığı her dile getirdiğinde kalbiniz onunla beraber acı içinde kıvranacak. Düşüncelerini ifade edememek, her cümlesinin ardından “yine ne hinlikler peşindesin!” yaftası yemek çocuğu oldukça yorar, içine hayallerine ve elbette biricik şeker portakalı fidanına sığınır.
Zezê hem bir melek, hem bir şeytan tasvirleriyle betimlenir. Kendisi de buna ailesinin yaptığı algı oyunlarıyla inanmış, içinde de öz sevgi problemleri yaşamaya devam etmiştir. Portuga karakterinin olay akışına dâhil olması, Zezê’nin içinde tatlı portakal çiçekleri açmaya başlar. Sevildiğini, değer gördüğünü ilk kez hisseden Zezê’m kitabın umuda yer verdiği bu kısımda biraz olsun sakinler, kalbi ısınır ve coşkuyla dolar.
Kitabın devam niteliği olan Güneşi Uyandıralım ve Delifişek eserleri ilk kitap kadar bilinmez, olay yaratmamışlardır. En derin hüznün, mutluluğun ve bir çocuğun kalp kırıklarıyla kendi içimizi gördüğümüz, keşfedebildiğimiz Şeker Portakalı diğer kitaplarına göre her okuyucu için daha özel bir yere sahiptir.
Sevgili Zezê, milyonlarca kalbin için haylaz bir çocuk olmanın ötesinde sevilen bir çocuk oldu. Şahsi bir fikir sunmam gerekirse; yazar çok başarılı, içten bir dil kullanmış. Gerek betimlemeler gerek dünyayı sahiden bir çocuğun gözünden görmek teması başarılı işlenmiş. Büyüklerin çocuklar üzerindeki travmatik etkileri kadar Portuga karakteriyle beraber iyileştirici etkileri olduğunu da gösterebilmiş. Yetişkinlerin, (kitabın ana fikrini, vermek istediği öz mesajı anlayan yetişkinler) kendine belki de çeki düzen vermesini, çocukluk yıllarında saklı kalan yaraların neyden kaynaklı olduğunu keşfetmesini sağlamış.
Aşağıda kitaba dair oldukça beğendiğim yüzlerce alıntıdan yalnızca birkaçını ileteceğim;
“…Sen güneş olacaksın ve yıldızlar etrafta parlayacak.”
“Ağlama yavrum. Böyle duygusal bir çocuk olursan hayatta daha çok ağlarsın…”
“Dünya Tanrı’nın değil mi? Dünyadaki her şet Tanrı’nın değil mi? Öyleyse çiçekler de Tanrı’nın..”
“Anneciğim, keşke hiç doğmasaydım. Balonum gibi olsaymışım…”
“Olsun onu öldüreceğim.”
“Ne diyorsun evladım sen, babanı mı öldüreceksin?”
“Evet öldüreceğim. Çoktan başladım bile. Öldürmek derken öyle Buck Jones’un tabancısını alıp dan diye öldürmeyi kast etmiyorum. Öyle değil. Kastettiğim onu kalbimde öldürmek. İyiliğini istemekten vazgeçmek. Derken bir gün ölüp gidecek.”
“Şefkatin ne olduğunu keşfettiğimden beri sevdiğim her şeyi şefkate boğuyordum.”
“Acı çekmek ne demekmiş asıl şimdi anlıyordum. Acı çekmek bayılana kadar dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi. Kolları, başı hep dermansız bırakan, yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey.”
Sevgili yazar José Mauro de Vasconcelos’a bu eseri her birimizin içindeki kırgın çocuğa ulaşacak şekilde yazdığı, edebiyata böyle bir eser kattığı için büyük bir hürmet duymak gerektiğine inanıyorum. Her yetişkinin, okuması gereken önemli eserlerden bir tanesi!