G-022SCGR6MW G-022SCGR6MW

Budizm Efsaneleri – Giriş: Asoka’nın Çocukluğu

Published on:

O günlerde Champa kentinde bir Brahman yaşıyordu, zarif ve cana yakın bir kızı vardı; genç kız, ülkenin gururu olarak görüşüyordu. Kızın doğumunda kâhinler şöyle bir kehanette bulunmuştu;

“Bu kız, ileride bir kralla evlenecek ve çok kıymetli iki oğul dünyaya getirecek: Bu oğullardan biri kral olacak; namı yeryüzünün dört bir yanının efendisi Chakravatin (Dünyevi hükümdarlığın prensi, Chakravatin, yönetmek için doğan, Her bin yılda yalnızca bir kere gelen..) olacak. Diğeri ise dindar bir yaşamı benimseyecek ve nihayetinde yaptığı hayır işlerinin karşılığı olarak mükâfatlandırılacak.”

Bu kehaneti duyan adamın içi sevinçten kıpır kıpır olmuştu; zira kendisi refahına epey düşkün biriydi. Kızını yanına alıp Pataliputtra kentine çekildi. Onu, burada her çeşitte ve güzellikte süslerle donattı, sonra eşi olarak kabul etmesi için Kral Bindusara’ya götürdü.

“Efendim! İşte, sizin için şanlı ve kusursuz güzellikteki kızımı getirdim!”

Kral Bindusara, Kızı sarayın iç odalarına aldırdı.

Kralın kadınları, yeni gelen genç kıza şöyle bir baktılar.

“Şuna bakın! Ne büyüleyici, ne alımlı bir kadın! Güzelliğiyle ülkesinin gururu olmuş, eğer Kral onu eşi olarak alırsa bir daha bizim yüzümüze bile bakmaz.”

Bunun üzerine genç kıza berberlik mesleğini öğretmeye karar verdiler; böylece Brahmanın kızı, Kral Bindusara2nın saçı ve sakalıyla ilgilenmeye başladı, günden güne de daha yetenekli bir berber oldu. Günlerden birinde Kral, genç kızın berberliğinden memnun kalmıştı; o yüzden herhangi bir dileği olup olmadığını sordu.

“Efendim,” diye cevap verdi genç kız, “kral olarak beni eşiniz yapmanızı dilerim.”

“İyi ama sen esnaf kastın bir berbersin!” diye karşı çıktı Bindusara. “Buna karşın ben Kşatriya kastına mensup, asil doğumlu hükümdarım. Seni nasıl eşim olarak alırım?”

“Ben berber kastına mensup değilim” diye cevapladı genç kız, “bir Brahmanın kızıyım. Babam en başta beni buraya sizin eşiniz olmam için getirdi.”

“İyi de, sana böyle güzel saç kesmeyi kim öğretti?” diye sordu Bindusara.

“Sarayın iç odalarındaki kadınlar; ancak bundan böyle bu işle uğraşmak istemiyorum,” diye cevap verdi kız.

Kral Bindusara, nihayetinde genç kızı ilk eşi olarak yanına aldı. Genç kız, kısa zaman sonra hamile kaldı ve bir oğlan çocuğu doğurdu. Yeni prensin doğumu muhteşem bir festivalle kutlandı; o sırada genç kraliçeye, “Çocuğun adı ne olacak?” diye sordular.

Kraliçe cevap verdi: “Çocuğumu doğururken hiç sancı (asoka) çekmedim; o yüzden ona Asoka adını vereceğim.” Böylece çocuğuna, “kederden uzak” anlamına da gelebilecek Asoka adını verdi.

Kraliçe çok geçmeden ikinci bir oğul dünyaya getirdi, onun doğumunda da herhangi bir sancı çekmedi; o yüzden ona da “kederin yanına yaklaşmadığı kişi” anlamına gelen Vigatasoka ya da Vitasoga adını verdi.

Asoka’nın görünüşü biraz vahşiydi; o yüzden Kral Bindusara’nın ondan çok hoşlandığı söylenemezdi. Kral, günlerden bir gün, oğullarını sınamak istedi ve münzevi keşiş Pingala Vatsajiva’yı yanına çağırdı. Ona, “Ey efendi, gel şu çocukları bir sınayalım; böylece ben ölünce hangisinin hüküm süreceğini öğrenelim,” dedi.

Bunun üzerine münzevi keşiş cevap verdi: “Hükümdarım, çocuklarınızı altın mandara (hoş kokulu, güzel çiçek) çiçeğinin yetiştiği bahçeye götürün, onları orada sınayacağız.”

Kral çocuklarını yanına alarak altın mandara çiçeğinin olduğu bahçeye gitti. Kraliçe, hemen o sırada oğlu Asoka’yı yanına çağırdı ve ona, “Kral oğullarını sınamak istiyor; altın mandara çiçeğinin yetiştiği bahçeye gitti, sen de oraya gitmelisin,” dedi.

“Kral benden hoşlanmıyor ki,” diye cevap verdi Asoka, “yüzüme bile bakmak istemiyor; oraya gitsem ne çıkar?” Bu soruya annesi, “Sen yine de git,” diyerek karşılık verdi. Sonra Asoka, “Öyleyse benim için oraya yiyecek bir şeyler gönder,” dedi.

Asoka çok geçmeden, babasının krallığının başkenti olan Pataliputtra’dan yola çıktı. Yol üzerinde bir zamanlar hükümdarı taşımış olan yaşlı bir fil gördü. Bu filin sırtına atlayıp altın mandara çiçeğinin olduğu bahçenin yolunu tuttu, oraya varınca filin üstünden indi ve diğer çocukların yanına gidip yere oturdu.

Çocuklar biraz sonra yemek yemeye koyuldular. Kraliçe, oğlu için toprak bir çanak içinde pilav ve lor peyniri göndermişti. Kral Bindusara, münzevi keşişe seslendi:” Ey efendi, hadi, çocuklara şöyle bir bak da benden sonra hangisinin tahta geçeceğini öğrenelim.”

Pingala Vatsajiva çocukları tek tek incelemeye ve derin derin düşünmeye başladı. “Hükümdar olacak çocuk Asoka,” diye düşündü kendi kendine, “gelgelelim babası onu pek sevmiyor. Eğer onun hükümdar olacağını söylersem başıma bir iş gelebilir.”

Çok geçmeden ağzını açıp konuşmaya başladı: “Hükümdarım! Kehanetimi kişiler arasında ayrım yapmadan dile getireceğim.”

“Pekâlâ,” dedi kral.

Keşiş devam etti: “Efendim, iyi bir bineği olan çocuk hükümdar olacaktır.”

Çocukların her birinin aklında aynı düşünce belirdi: “Benim gayet iyi bir bineğim var, öyleyse ben kral olacağım.”

Asoka da kendince düşündü: “Buraya bir filin sırtında geldim, yani iyi bir bineğim var, öyleyse ben kral olacağım.”

Bindusara biraz sonra keşişe seslendi: “Ey efendi, hadi, devam et.”

Pingala Vatsajiva tekrar konuştu: “En iyi oturağa sahip çocuk hükümdar olacaktır.”

Çocukların her biri yine aynı şeyi düşündü: “En iyi oturak benim oturağım.” Asoka da kendi kendine düşündü: “Benim oturağım yeryüzüdür! Kral olacak kişi benim.”

Münzevi keşiş, aynı şekilde çocukların yiyecekleri, içecekleri ve kullanılan kapların malzemesine bakıp bir işaret aradı. Kehanetini belirttikten sonra da oradan ayrıldı.

Kraliçe oğluna sordu: ” Kralın oğullarından hangisi hükümdar olacakmış?”

“Kehanet, kişi ayrımı yapılmadan dile getirildi,” diye cevap verdi Asoka.

“Bineğin, oturağın, yiyeceğin, içeceğin ve yemek kabının en iyisine sahip olan kişi kral olacak dendi. Eğer yanılmıyorsam, kral olacak çocuk benden baikası değil. Çünkü bineğim bir fildi, oturağım yeryüzüydü, yiyeceğim pilav ve lordu, içeceğim suydu, kullandığım kap da topraktan yapılmıştı.”

Daha sonra münzevi keşiş, Asoka’nın annesine soylevlerde bulunmaya başladı. Bir gün kraliçe ona, “Ey efendi, Bindusara’nın ölümü sonrasında oğullarımdan hangisi kral olacaktır?” diye sordu.

“Asoka kral olacak,” diye cevap verdi keşiş.

Bunun üzerine Kraliçe, “Kral bunu anlarsa seni yakında kçşeye sıkıştırıpp sorgulayabilir. O yüzden ülkeden gitmelisin, sınırın ötesine sığınmalısın. Asoka’non başa geçtiğini duyduğun zaman tekrar buraya dönebilirsin,” dedi.

Sonrasında keşiş ülkeden ayrıldı ve sınırın ötesine sığındı.

Kral Bindusara, bu olaydan bir zaman sonra Taxila kentini kuşatma kararı aldı. Oğlu Asoka’yı gönderdi ve ona “Yolun açık olsun oğlum, tez zamanda gidip Texila kentini ele geçiresin,” dedi.

Kral ona dört bölüklük bir ordu vermişti vermesine ama adamları silahlarla donatmayı ve atlı birliklerle desteklemeyi reddetmişti.

Genç Asoka, ordusuyla birlikte başkentten ayrıldıktan sonra, adamları sitem etmeye başladı: “Prensim, silahımız dahi yok; söyler misiniz, neyle savaşacağız?

Bunun üzerine Asoka göklere haykırdı:

“Eğer kaderimda hükümdar olmak varsa ve tahtı kazanacak erdeme sahipsem, önümde zırhlı atlar ve silahlar belirsin!”

Prens Asoka, daha sözlerini yeni bitirmişti ki ansızın beliren Devatalar (İlahi üç ırktan biri. Diğer ikisi ise Yakşalar ve Nagalardır) zırhlı atlar ve silahlarla birlikte çıkageldiler.

Prens, Biraz sonra zırhlı ve silahlı dört bölüklük birliğe taxila’ya doğru yola koyuldu. Kentin sakinleri, yaklaşık otuz kilometrelik yolu boylu boyunca temizlemişlerdi; ellerinde armağanlarla dolu kaplarla soka’yı karşılamak için bekliyorlardı. Huzuruna çıktıktan sonra ona seslendiler: “Hükümdarımıza ya da onun oğluna karşı asla bir düşmanlık beslemiyoruz; lakin hükümdarın nazırları bize zulmediyor.” Asoka, çok geçmeden muhteşem bir çoşku seli içinde Taxila kentine girdi. Sonradan benzer şekilde, Svasas Krallığı’na da girdi. Zaman içinde iki çıplak dev de onun yanına sığındı.

Devlere yemek verildi; iyiliği karşılıksız bırakmayan devler, orduya katıldı ve birliklerin önünde yürümeye başladı. Asoka’nın yoluna çıkan dağları ikiye ayırığ ona yol açıyorlardı. Devatalar ise şu sözleri dile getirdiler:

“Asoka, yeryüzünün dört bir yanının efendisi bir hükümdar, Chakravartin olacaktır! Onun yolunda hiçbir insan duramaz. En nihayetinde yeryüzü ve denizler, onun hükümdarlığı altına girecektir.”

Günün birinde Kral Bindusara’nın diğer oğullarından Susima, bahçeden Pattaliputtra’ya dönüyordu; tam o sırada saray nazırlarından Khallataka da Pataliputtra’dan çıkıyordu. Nazırı karşısında gören Susima, oyun olsun diye, elindeki eldiveni nazırın başına fırlattı. Lakin nazırın aklında başka düşünceler belirdi. “Bugün eldivenini atıyor, yarın öbür gün kral olursa fırlatıp atacağı şey kanunun ta kendisi olur! Bu çocuğun başa geçmesine engel olsam iyi olur.” Nazır, düşüncesi üzerine hiç vakit kaybetmeden Prensin sadık beş yüz danışmanına gitti ve onlara şöyle dedi:

“Asoka’nın günün birinde Chakravartin olup yeryüzünün dört bir yanına hükmedeceği ilan edildi; kraliyet tahtına onu oturtmalıyız.”

Başkentte bunlar olurken Taxila sakinleri yeniden ayaklandı. Kral, isyanı bastırması için bu kez oğlu Susima’yı görevlendirdi; lakin Susima, kenttekileri bir türlü hizaya getiremedi.

Bir süre sonra Kral Bindusara, hastalanıp yataklara düştü. Nazırlarına şöyle buyurdu: “Susima’yı yanıma getirin, tacımı ona devredeceğim. Taxila vazifesini de ondan alıp Asoka’ya teslim edin.”

Lakin nazırlar, bunun mümkün olmadığını belirtti:

“Efendim, oğlunuz Asoka da hasta.”

Kral Bindusara’nın durumu o kadar kötüydü ki yalnızca birkaç günlük ömrü kalmış gibi duruyordu; bunu fark eden nazırlar, Asoka’nın üstünü başını mücevherlerle donatıp onu babasının huzuruna çıkardılar ve şöyle dediler: “Efendim, şimdilik tahtı Asoka’ya devredebilirsiniz. Susima elbet takında Taxila’dan döner, o döner dönmez tıpkı dilediğiniz gibi başa onu geçiririz.”

Fakat Kral, bunun üzerine öfkeye kapıldı.

Ardından Asoka söz aldı: “Eğer tahta geçmek benim hakkımsa Devatalar tacı benim başıma taksın!” Devatalar ansızın çıkagelip tacı genç prensin başının üstüne koydular.

Bu mucizeye tanık olan Kral Bindusara’nın ağzından oluk oluk kan akmaya başladı, biraz sonra oracıkta öldü. Asoka’nın hükümdar olup tahta geçiş haberi Yakşalar tarafından göklere, Nagalar tarafından da yeraltına duyuruldu. Haberi duyan Radhagupta inzicasını sonlandırdı; çevrede hep aynı sözleri duyuyordu: “Bindusara’nın dönemi sona erdi! Asoka tahta geçti!”

Susima, olanlar kulağına gelince öfkeden deliye döndü; hiç vakit kaybetmeden Pataliputtra’ya doğru yola çıktı. Lakin başkentin ilk kapısına Asoka tarafından çıplak bir dev yerleştirilmişti, ikinci kapısında da diğer dev dikiliyordu, üçüncü kapıyı koruması için Radhagupta’yı görevlendirmişti, doğu kapısını ise bizzat kendisi savunacaktı. Radhagupta, doğu kapısının önüne ahşaptan bir fil de yaptırmıştı; bu sırada Susima’nın sığınabileceği derinlikte bir çukur kazdırdı, içini kömürle doldurdu, üstünü çimenlerle kapattı, çimenlerin üstüne de kum döktü. İşini tamamlayınca Susima’ya seslendi: “Asoka’yı katletmeyi başarırsan başa sen geçeceksin!”

Susima doğu kapısına doğru yöneldi, “Asoka’yı alt edeceğim!” diye haykırıyordu.

Ne var ki yanan kömürle dolu çukurun içine düştü ve acı içinde öldü.

Susima ölmüştü. Efendisinin öldürüldüğünü duyan dev Bhadrayudha, sayıları bini bulan devleri de yanına alarak Bhagavat (Buda’nın isimlerinden biri.) tarafından yönetilen mezhebe girip dini bir yaşamı benimsedi ve hep birlikte

Arhat (Nirvana ya da Dehoiana’ya giden sekiz aşamalı yolun döndüncü aşaması, varlıklar âlemini gerisinde bırakanlar tarafından yürünür; sekiz aşamalı yolun ilk üç aşamasını geçmek için keşiş olup olmamanın gerekliliği konusunda farklı görüşler vardır. Kişi, ilk aşama olan Srotapanna’yı aştıktan sonra 80.00 kalpalık (1kalpa=16 milyon yıl) zamanı geride bırakmalıdır; bu zamanın sonunda kurtuluşa ermeden önce insan ve insan üstü varlıklar arasında yedi kez tekrar hayat bulmak zorundadır. Sekiz aşamalı yolun ikinci aşaması olan Sakridagamin’i de aştıktan sonra, bu sefer 60.000 kalpalık bir zaman dilimini geri bırakmalı, kurtuluşa ermeden önce insanlar ve tanrılar arasında bir kez daha hayat bulmalıdır. Üçüncü aşama olan Anagamin ise 40,00 kalpalık bir zaman tekabül eder; üçüncü aşamaya gelen varlık, kurtuluşa erip bir sonraki aşamaya ulaşmak için dünyevi arzuların tamamından arınmış olmalıdır. Dördüncü aşama olan Arhat’a ulaşmak içinse keşiş olmak gerekir. Arhatların her biri doğaüstü niteliklerle donatılır, 20.000 kalpalık zaman diliminden sonraysa kurtuluşa ererler ve bir sonraki aşamaya geçerler. Beşinci aşamayı tamamlamış Sravakalar ile altıncı aşamayı tamamlamış Pratyeka-Budalar, Buda’nın bilgeliğine, yani Bodi haline ulaşmışlar demektir. Lakin bu bilgeliği yalnızca kendileri için kullanabilirler, yani başkalarına aktaramazlar. Bu nitelik yalnızca nihai aşama Nirvana’dan önceki son durak olan yedinci aşamaya ulaşan kusursuz Budalara bahşedilmiştir.)

Kaynak:

legends of Indian Buddhism

Winifred Stephens

Related

Cevap bırakın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Error decoding the Instagram API json
G-022SCGR6MW