G-022SCGR6MW G-022SCGR6MW

CARL GUSTAV JUNG – 2. Bölüm

Published on:

İkinci Bölüm JUNG-FREUD

Jung “Tanrısal Çağrışım İncelemeleri” adlı kitabını ekolünden etkilendiği Dr. Freud’a gönderdiğinde sanıyorum ki bir cevap ya da ardından başlayacak sıkı bir dostluğun ümidini yüreğinde henüz taşımıyordu. Freud 11 Nisan 1906 tarihli ilk mektubunu Jung’a gönderdiğinde sıkı bir dostluğun temeli atılmaya başlamıştı. Baba ve oğul sonunda tanışmışlardı.

Genç öğrenci Carl Gustav Jung ve psikanalizin babası Sigmund Freud karşı karşıyaydı.

11.04.1906

Saygıdeğer Meslektaşım,

“Diagnostischen Assoziationsstudien”(Tanrısal Çağrışım İncelemeleri) kitabınızı gönderdiğiniz için size en sıcak teşekkürlerimi sunarım. Sabırsızlığımdan ötürü, kitabı zaten edinmiştim. Son çalışmanız “Psikanaliz ve Çağrışım Deneyi” deneyime dayanarak, disiplininizin bu güne dek ayak basılmadık alanlarından, gerçeğin ta kendisi olarak bildirdiklerimden yana çıktığınız için, elbette beni çok sevindirdi. Bundan sonra da sık sık beni onaylayan konumlar alacağınızı ümitle bekliyorum. Ve hatalarımın düzeltilmesinden memnun kalacağım.

Meslektaşa hürmetler
Dr. Freud

1906 yılında gönderilen ilk mektubun ardından Freud ve Jung sık sık mektuplaşmaya ve meslektaşlıktan çıkarak derin bir bağ kurma sürecini başlattılar. Freud 11.04.1906 yılında yolladığı mektubun üzerinden geçen on bir ayın ardından Jung’u yanına, Viyana’ya davet etti. Tarih 1907 yılının mart ayını gösterirken sonunda Psikanalizin babası ve genç öğrencisi Viyana topraklarında kavuşmuşlar, tam on üç saat süren keyifli bir sohbeti deneyimlemişlerdir.  

Jung sonraları bu ilk karşılaşma için; “Freud o güne dek gördüğüm en önemli insandı. Herkesten farklıydı. Onu çok zeki ve olağanüstü bulmuştum. Buna karşın izlenimlerim karmaşıktı. Kişiliğini çözememiştim.” der.

Şüphesiz Jung’un Burghölzli’deki psikiyatri birikimleri ve deneyimi, zekası ve artan ünü, onu psikanaliz hareketi için değerli kılıyordu. Üstelik Jung Yahudi değildi ve buda onu Freud’un projesinin yıldızı haline getiriyordu. Sonunda Psikanaliz Yahudi ellerinden farklı ellere kayıyordu. Üstelik o yıllarda global anlamda bir ırkçılık söz konusuydu.

Uzunca süren sohbetlerinin ardından Jung ve Freud mektuplaşmaya bağlarını sağlamlaştırmaya devam ettiler. Jung kayıp babasını, Freud ise kendinden sonra ekolünü temsil ederek tahtını koruyacak halifesi ile tanışmıştı. Freud öğrencisi için “Şimdiye kadar bana katılan en yetenekli yardımcı” diyecekti.

Kimi zaman konferanslarda bir araya gelen öğretmen ve öğrenci sık sık mektuplaşamaya devam ettiği 1913 yılına dek birbirlerinin rüyasını analiz edecekler, bilinçaltlarının derinliklerine ineceklerdir. Jung mektuplarında sık sık çalışmalarını anlatıyor, karşılaştığı önemli vakaları ve başına gelenleri yazıyordu.

Jung çok geçmeden Uluslararası Psikanaliz Derneği’nin (İPA) başkanı seçildi ve derneğin yayın organı, ilk psikanalitik dergi olan Jahrbuch’un editörlüğüne getirildi. Freud ile sıkı bir iş birliği içinde geçirdiği zamanlarda adını duyurmaya ve bir düşünü gerçekleştirmeye başlıyordu. On altı yıl boyunca süren bu sıkı işbirliği ve dostluk bağının üzerinde zaman zaman gölgeler gezinmeye başladığında ilk belirgin vaka 1909 yılında patlak vermişti. Clark Üniversitesi’nde psikoanaliz dersleri vermek üzere Amerika’ya gezi planlayan ikili uzun deniz yolculukları sırasında birbirlerinin düşlerini yorumluyorlardı ancak Freud, analiz gerektiren ayrıntıları açıklanmaktan kaçınıyordu. Jung’un ısrarları üzerine otoritesinin sarsılacağından şüphe duyduğunu açıklayan Freud kişisel ayrıntıları vermekten şiddetle kaçındığı sırada güven bağlarında ciddi bir zedelenme yaşanacaktı.

Aynı gezi sırasında Jung’un yorumlanması üzerine anlattığı rüyasında yorum yapamayan ya da yorumlama sanatından kaçınan Freud alçak benlik kavramıyla yüzleşmek zorunda kalırken, Jung kendisini kolektif bilinçdışına götürecek ilk rüyayı görüyordu.

Rüyasında Jung, “kendi” evim dediği iki katlı bir evdeydi. Üst katta eski eşyalar, değerli tablolar vardı. Alt katı görmek için merdivenlerden indiğinde bu katın çok daha eski ve 16. Yüzyıla ait eşyalarla döşeli olduğunu gördü. Bir kapının önüne gidip açtığında ise mahzene inen bir merdiven görmüştü. Bu mahzen kemerli duvarlara sahip olan bir Roma dönemini andırıyordu. Yerde gördüğü yüzüğü almak üzere eğildiğinde yerdeki taş döşeme yerinden çıkarak başka bir yere inen taştan basamakların önünü açmıştı. Basamaklar onu karanlık bir mağaraya götürüyordu. Mağaranın zemininde kırık çömlek parçaları ve ilkel insanlardan kalma kemikler vardı. Ayrıca iki kafatası yerde duruyordu.

Bu rüya için Freud kafataslarını sorgularken Jung gördüğü farklı katlarla bilincin farklı katmanlarını sorguluyordu. Ruhun altında ilksel bir ortaklığın olacağı fikrini ilk kez bu rüyayla düşünmeye başlayacak ve bu rüya onu derin mitoloji okumalarına yönlendirecekti. Jung bu konuya ilişkin: “Adeta kendi yaptığım bir akıl hastanesinde yaşıyordum. Sentorları, Nimfaları, Satirleri, tanrı ve tanrıçaları birer hastaymış ve ben onları analiz ediyormuş gibi ele alıyordum” der.

Freud kendi görüşlerini kayıtsız şartsız kabul edecek bir meslektaştan öte bir oğul istiyordu. Bu yüzden Jung’a karşı otoriter ve baskılayan bir baba konumunu benimsemiş, karşılığında ise sonsuz bir boyun eğiş bekliyordu. Ancak Jung kendi alemine yöneldikçe aralarında gerilmeler, çatışmalar yaşanıyordu.

Freud, aralarındaki çeşitli tatsız olaylara karşın başa çıkmak adına “Freud tipi açıklamalara” başvuruyordu. Kendini söz gelimi oğlunun karşısında iki defa kaybetmiştir. İlkinde Amerika’ya gidecekleri gemiyi beklerken yaşanırken ikinci olay 1912 yılında farklılaştıkları konular üzerine yaptıkları uzun soluklu tartışmaların ardından Münih’teki bir konferansta öğle yemeği yiyorlardı.  

Freud’un kişisel bilinçdışı kavramına ekleme yapan Jung “kolektif bilinçdışı” kavramını öne sürdü ve ona göre bu tamamıyla farklı, canlı ve özü olan psişik bir varlıktı. Bu varlığın insanlığın psişik mirasını barındırdığını ve çok derin bir katman içinde yaşıyordu. Freud ise bilinçdışının tamamen kişiye özgü olduğu konusunda ısrarcı ve kuramı inatla reddediyordu.

Tarih 1911 yılını gösterdiğinde Carl Gustav Jung “Libidonun Dönüşümü ve Sembolleri” adlı eserini yayımladığında gerilim tavan yapmıştı. Jung böylece Freud ekolünden ayrıldığını resmen ilan etmişti. “Kitabı bitirdiğim an bir mitle yaşamanın veya yaşamamanın ne demek olduğunu anladım” diyecekti.

Jung’a göre miti olmayan insan ne geçmişle ne sezgi dünyasıyla ne de bugünüyle gerçek bir bağlantı kurabilirdi. Sanki köksüz gibi yaşardı. Aynı yıllarda Jung astrolojiyi araştırmaya, ve ilkel kabileler arasında yaşayarak metafiziğin temelini atma arzuları içindeydi. Freud ise yine  bu yıllarda Jung’un astrolojiye duyduğu merak ve yoğun ilgiye karşın “inanılması güç” ve “kariyeri yok edebilecek” bir tehlike olarak bakıyordu.

Sonuçta boynuz kulağı geçiyordu. Jung, Freud’un kavramlarını alaşağı edecek açıklamaları peşi sıra gerçekleştiriyor, libidonun, Oedipus kompleksinin yeni tanımlamalarını sunuyordu. Bu yarattığı yeni açılımlarla yalnızca onu takip edeceklere değil pek çok psikolog ve psikiyatrın kendi ekollerini kurmasına da önayak olabilir. Freud için, bir baba figürü için elbette yıkımdı bu…

Sándor Ferenczi söz gelimi çatışmaların bütünlüğünde ünlü olan sözünü dile getirerek “…Jung artık Freud’a inanmıyor!” demiştir. Jung’a göre Freud felsefe okumayan, sabit fikirli, her türlü eleştiriye kapalı ve hoşgörüsüz bir adam oluvermişti. Belki de başından beri Freud bu kadar huysuz bir adamdı? Freud yeni bir dogma yaratmaya çalışarak tanrı yerine cinselliği koymaya çalışıyordu. İkisi arasında bu çatışmaya neden olan özellikler Jung’u psikolojik tipler üzerine çalışmaya yönlendirecek ve kendisinin içedönükken Freud’un dışadönük olduğunu keşfedecekti.

İlişkilerinin kopma noktalarında birbirlerine yazmaya devam ettikleri mektuplardan buram buram yayılan öfke her iki adamında ruh halini yeterince yansıtıyordu. 12 Kasım 1911 tarihli mektupta Freud Jung’un asi tavrına şu sözlerle kafa tutacaktı:

“Belki de tünellerimi, sizin maden kuyularınızın daha altından kazarsam, birbirimizle kesişmeyiz ve böylece her gün gün ışığına çıktığımda sizi selamlayabilirim”

3 Ocak 1913 tarihinde ise Freud yazdığı bir mektubun son satırlarında Jung’a kişisel ilişkilerini tamamen sona erdirmeyi teklif edecektir.

“…Bu yüzden size kişisel ilişkimizi bütünüyle sona erdirmeyi öneriyorum. Ben bundan bir şey yitirmem, çünkü size duygusal açıdan çoktandır sadece daha önce yaşanmış hayal kırıklıklarının etkisinin ince ipliğiyle bağlıydım ve size de bunun ancak yararı dokunabilir, çünkü son olarak Münih’te, bir adamla daha yakın ilişki içinde olmanızın bilimsel özgürlüğünüzü engelleyici bir etkisi olduğunu belirtmiştiniz. Öyleyse tam özgürlüğü tadın ve sözü edilen “dostluk hizmetlerini” benden esirgeyin…”

Jung kendisine gelen mektuba karşın 6 Ocak 1913 tarihinde yazdığı mektupla dostluklarına son noktayı koymuştur. Ardından dernekten, dernek için hazırlanan yıllıkla ilgili sürdürdüğü görevinden istifa etmiştir.

“Sevgili Profesör!
Kişisel ilişkiyi sona erdirme isteğinize boyun eğeceğim çünkü hiçbir zaman dostluğumu dayatmıyorum. Ayrıca bu anın sizin için ne anlama geldiğini siz daha iyi bilirsiniz. “Gerisi suskunluk”
Borrow’un yazısını dostça kabul ettiğiniz için size müteşekkirim

Hizmetkarınız
Jung”

Related

Cevap bırakın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Error decoding the Instagram API json
G-022SCGR6MW