G-022SCGR6MW G-022SCGR6MW

CARL GUSTAV JUNG – 3. Bölüm (LIBER NOVUS)

Published on:

Jung, Freud ile yollarını ayırdıktan sonra derin bir arayışın içine düşüvermiş, yedi yıl sürecek bir psikoz dönemine girmişti. Tamamıyla bilinçdışının gizine düşmüş dönemini ise Jung’un Kırmızı Kitap olarak Türkçeye çevrilen Liber Novus eserinde görmek mümkündür. Vefatının ardından uzunca bir süre aileye özel bir miras olarak saklanan eser 2009 tarihine kadar şahsi ve mahrem bir günlük olarak görülmüştü.

Jung Kırmızı Kitap adlı eserinde “Tüm hayatım, bilinçdışından gelen patlak veren çağlayan gibi, bazen beni yıkabilecek denli güçlü olabilen bu akıntıyı anlamaya çalışmakla geçti” demiştir. Jung artık tedavi ettiği ruhların cehennemine iniyor, Hades’in ülkesinde kendi bilinçaltıyla yüzleşmeye hazırlanıyordu. Bir selin içerisinde Campell’ın deyimiyle ‘Balinanın karnındaydı’. Eşikten geçen ruhu tapınaklara giden kutsal yollardaki ejderhalarla, aslanlar, kılıçlarını çeken şeytanlar ve kanatlı boğalar ile karşı karşıya gelecek, kendiyle yüzleşmenin zorluğu ile savaşacaktı.

Tıpkı Tarot ilmindeki Kader Çarkında resmedilen muhafızların geçidinden geçen ruh gibi değişim ve dönüşüm geçirecekti. Anubis ile mi yoksa Typhon ile mi yoluna devam edeceği ise kartların bileceği işti…

1913 yılı Carl Gustav Jung için bir dönüm noktasıydı. Bir deney sürecini başlatarak duygularını imgeleştirmek adına bir teknik yaratmıştı. “Aktif İmgeleme Metodu” dediği bu tekniği uygularken yaşadıklarını yazıyor ve resme döküyordu. Jung’a göre ruhun zenginliği imgelerde gizlenmişti ve bu dünyanın yarısı gibiydi. Ruh zenginliğini kaybeden insan dış dünyaya kapılır ve hayatını tüketirdi. Zamanla budalaya dönüşen insan ruhunu besleyemediğinden içindeki karanlığı yani şeytanı beslemeye devam ederdi.

Rüyaların ne anlama geldiğini çözümlemeye devam ettiği süre boyunca kendini sıkıntı dolu hisseden Jung 1913 yılının sonbaharında bir rüya daha gördü; Tüm Kuzey Avrupa’nın bir kan denizi içinde kaldığı bir dizi rüya gördü. Ardından ise Avrupa’yı esir alan dondurucu bir soğukla her şeyin buzlar altında kaldığı başka bir rüya görmüştü. Rüyaların ne anlama geldiğine dair uzunca bir süre araştırmalarını sürdüren Jung aynı yıl patlak veren savaşla artık biliyordu; rüyaların neyi haber verdiğinin apaçık ortadaydı.

Jung’un psikolojiye dahil ettiği bilinçdışı kavramı Freud’un bastırılmış arzulardan oluşan kişisel bilinçdışı kavramından epey ayrılır. Kişisel bilinçdışından ayrı olarak bilinçte var olmayan ve dolayısıyla bastırılmayla da ilgili olmayan kompleksler söz konusu olup buna “Kolektif Bilinçdışı” denir.

Jung’a göre kolektif bilinçdışının dili semboller, iletişim kanalı ise rüyalardır. Kolektif Bilinçdışı bir nevi dünyanın öz hafızasıdır.

Jung bilinçdışı kavramlarına karşın “Bilinçdışı sadece geçmiş tarihin toplamından ibaret değildir, gelecek de onda gizlidir. Yeni ve yaratıcı her şeyi içinde saklar” demiştir.

Kolektif bilinçdışının kapısı “kişisel bilinçdışının” bilincine varmakla açılır. Ruhlarımızda doğduğumuz andan yetişkinlik çağımıza kadar yarattığımız bir yığın tuğla, tuğlalardan ise oluşan bir bina vardır. Her tuğlada bir çizik, travma ya da şahsi bir özgüvensizlik saklıdır. Kişisel bilinçdışına açılan kapıda çizikleri tespit edip, travmaları sıkıştırmayı bırakmaktır. Eğer nefes alacak alanlar yaratabilirseniz kendi kişisel binalarınıza nefes aldırabilirsiniz. Bilinçdışınızı bilinç üstüne çıkarabilirsiniz…

Yaklaşık yedi yıl süren bu serüvendeki yolculuğunu Jung “Ay’a yolculuk” olarak tanımlamıştır. Astrolojide bilinçaltını ve sezgileri, iç güdüleri ve sübjektif olmayı temsil eden Ay ve Jung’un yolculuğunun sonucu inanılmaz bir zenginlik içeriyordu. Bilinçdışına yolculuk yaptığı bu macerada elinde tuttukları onun biricik ganimetleri olacaktı. Hades’in topraklarından çalınan kıymetli nar taneleri gibiydi.

Arketipler, tipler, bireyselleşme, rüyalar ve semboller üzerine geliştireceği tüm düşünce ve yaratımları bu karanlıklarda kalan diyarın zengin ve uçsuz bucaksız topraklarından daha derinlemesine çekip alacaktı. Liber Novus adlı eserde yazdığı her bir kelime değerli olan Jung çağın ruhu ile ilgili fısıltıları da kaleme almıştı.

“Bu çağın ruhu bana fısıldadı: “Bu yüce anlam, bu Tanrı imgesi, bu sıcakla soğuğun birbirinde erimesi, bu sensin, sadece sen.” Ama derinliklerin tini bana seslendi: “Sen bitmeyen dünyanın bir imgesisin, oluşun ve göçüp gitmenin bütün son gizemleri içinde yaşar. Bunların hepsine sahip olmasaydın, nasıl bilebilirdin?”

Related

Cevap bırakın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Error decoding the Instagram API json
G-022SCGR6MW