Bu gün, evrenin var olmasıyla ilgili mitolojide pek çok kuram ve söylenti mevcuttur. Evrenin nasıl ortaya çıktığı, dağlar ve nehirlerin nasıl yaratıldığına dair bilinmezlik çemberine dair birçok kültür kendince cevaplar bulmuştur. Bu cevapların hepsi birbirinden farklı senaryolar doğursa bile ortak noktada buluştukları inanış elbette vardı.
İnanışlara göre; dağlar ve nehirler, gök ve toprak var olmadan önce yalnızca kaos vardı. Karanlık ve hiçliğe ait evrende her şey birbirine ait koca bir kaos yaratıyordu. Denizler vardı ancak su yoktu, Toprak vardı ancak ağaçlar yoktu. Gökyüzündeki yıldızlar yeraltında kaybolmuştu… Kaos son derece karmaşık ve biçimsizdi ancak içinde evren için var olması gereken kutsal tohumları barındırıyordu. Savaş içinde barındığı karmaşıklığı çözümleyene kadar devam etti.
Söylenceler ilk var olanın Gaia –Toprak Ana- olduğunu söyler. Gaia, doğurma ve yaratma becerilerine sahipti. Ardından kaosun karanlığından yeraltı karanlığı Erebos ve gecenin karanlığı Nyks var olur. Kaosun parçasından kopup gelen bu yeni karanlık varlıklar oyunbaz Eros’un sahneye çıkmasıyla birbirlerine vurulurlar. Yaramaz çocuk Eros iki karanlığı birbirlerine sırılsıklam âşık ettiğinden Erebos ve Nyks delice bir tutkuyla birbirlerine karışırlar. Böylece yeraltı karanlığı ile gecenin karanlığının sevişmelerinin ardından ışıklı varlıklar doğar. Tanrısal ışık Aither ile dünyevi ışık Hemera…
Aither ve Hemera birbirlerine bağlı ve âşık iki ışık olarak yollarına devam ederken Gaia yalnız kalmanın sarsıcı acısıyla kıvranıp durur. Gözlerinin önünde mutlu varlıkları gören ve kıskançlıkla yanıp kavrulan Gaia kendine bir eş doğurur. Sancılı doğumun ardından Uranos – Gök- var olur. Eros’un yardımlarını dilenen Gaia’nın sesine kulak verilmemesi içten bile değildir.
Böylece göklerden kur yapan Uranos her gece Gaia ile beraber olur. Beraberliklerinden doğanlar iri yapılı varlıklardı. Bazıları oldukça korkunç bir görüntüye sahiptiler. İlk kuşakta insansı yapılarıyla altı erkek (Okeanos, Koios, Krios, Hyperion, İapetos, Kronos) ve altı kız (Rheia, Theia, Themis, Phoibe, Tethys, Mnemosyne) dünyaya gelir. Bu on iki çocuk Titan soyunu oluşturarak dünyada hüküm süreceklerdi. Ancak diğer kuşakta yüz kollu devler ve tek gözlü canavarlar dünyaya geldi. Son çocuklarının görüntüsünden tiksinen Uranos, çocukları Gaia’nın rahmine geri yolladı. Rahminde her gün büyüyen yaratıklar Gaia’ya sonsuz sancılar ve acılar çektiriyordu. Her inlemesi yeryüzünü sallandırıyor, depremler meydana getiriyordu. Kaos artık yerini düzene bırakmış olsa bile Gaia her gün acıdan kıvranıyordu. Her gece seviştiği sevgilisinden nefret ediyor, intikam için ağıtlar yakıyordu.
Altı erkek evladını babalarına karşı kışkırtan Gaia’nın çağrılarına kulak veren tek oğul Kronos’tu. Annesinin çektiği acılar yüreğinde derin yaralar açıyor, Gaia’nın fısıldadığı lanetli her kelime, her inleyiş zihnine kazınıyordu. Annesinin çektiği sancılara dayanamayan Kronos doğru olanın Uranos’un gaddarlığına son vermek olduğuna inanıyordu.
Kötü bir babayı cezalandırmak Kronos’a düşmüştü. Gaia ona kıymetli maden ocaklarında ürettiği bir orak verdi. Oğlunun kulağına “Bir gece üzerime eğilen erkekliğini kes at Uranos’un. Son bulsun yaptığı gaddarlıklar!” dedi. Böylece Kronos pusuya yattı. Sol elinde tuttuğu orakla babasını bekliyordu. Bir gece Gaia’nın üzerine şehvetle uzanırken Uranos, Kronos saklandığı yerden çıkıverdi. Orak savrulurken göklerden acı bir inilti koptu. Kronos, elinde kalan organları nefretin getirdiği coşkuyla beraber yeryüzüne savurdu.
Göklerde acı bir inilti koparken, yeryüzünde esaretinin bitişini kutlayan sevinç çığlıkları atılıyordu. Yüreği gururla kabaran Kronos annesin bağrına fışkıran kanları zevkle seyretti. Er bezleri denize düşüp köpükler yarattı. Köpüklerin içinden bir kız doğdu. Bu kız, Yunan Mitolojisinin en güzeli, aşk tanrıçası Afrodit idi.
Böylece Uranos’un hüküm sürdüğü ilk Tanrı kuşağı son buldu. Ancak Gaia’nın Kronos için bir kehaneti vardı:
Güçlü ve kudretli Kronos! Yaptıkların karşılığını bulacak, Görkemli devrin bir oğul tarafından son bulacak!
İkinci Tanrı kuşağı olarak bilinen Kronos’un hüküm sürdüğü çağ öylesine bereketliydi ki insanoğulları bu çağa Altın Çağ adını taktılar. Babasını deviren Kronos kendi hükümdarlığını ilan ederken eş olarak en büyük kız çocuğu olan Rhea’yı kendine eş olarak seçti. Evet, Tanrılar arasında akraba evlilikleri oldukça yaygındı…
Rhea ve Kronos’un altı güzel çocuğu oldu. Ancak kehanetin gerçekleşeceğinden korkan Kronos doğan her çocuğunu yutuyordu. Uranos gibi kadının rahmine geri koymayarak şefkatli davrandığını zanneden Kronos büyük bir yanılgı içerisindeydi. Rhea doğan her çocuğun ardından annesinin duyduğu acıya eş bir acı duyuyordu. Çocuklarını kucağına alamayan Rhea, annesinden yardım dilendi.
Acısına duyarsız kalamayan Gaia yardım etmeyi kabul ettiğinde karmanın ilk adımı tamamlanmıştı.
Kısa bir süre sonra altıncı çocuğuna hamile kalan Rhea, annesinin yardımları sayesinde Kronos’tan uzaklara, bir mağaraya saklandı. Son çocuk Zeus kutsal sayılan Dikte Mağarasında doğduğunda ağlama sesleri Kronos’u mağaraya çekti. Ancak hazırlıklar yalnızca bu değildi. Her şeyi bilen ve hisseden toprak anne Gaia bunun için hazırlıklıydı.
Kronos kehanetin getirdiği korkuyla gittikçe gaddarlaşmış, bir yaratığa dönüşmüştü. Gözü hiddetle öyle bir bulanmıştı ki midesine indirdiği kundağın içinde bir bebeğin olup olmadığını kontrol edemeyecek kadar aklını kaybetmişti. Böylece Kronos son çocuğunu da yuttuğunu zannederek hüküm sürdüğü dağlara doğru yol aldı.
Kronos’un kibirli varlığından yorulan ve kehanetin yerini bulmasını arzulayan varlıklar bebeğin büyümesinde birlik oldular. Nympha’lar bebeği balla ve keçi sütüyle besleyip Kronos’un gözlerinden uzakta büyütürken, orman cinleri bebeğin ağlamaları duyulmasın diye kaval eşliğinde şarkılar söylediler. Bebek Zeus büyüyüp güçlü ve kudretli bir delikanlı olduğunda babasının karmasını yaşatmak üzere hazırdı. Ancak babasının karşısına dikilirken diğer kardeşlerinin yardımına ihtiyaç duyduğunu sevgili teyzesi adalet tanrıçası Themis’e iletti.
Kronos’a kusturucu özel bir içecek içeren Rhea ve Themis diğer çocukları kurtardı. Ağabeyleri Hades ve Poseidon, ablaları Hestia, Hera ve Demeter esaretten kurtulurken babasının karşısına dikilen Zeus savaşa hazırdı. Kronos’un hapsinden kurtulan başka varlıklarda vardı. Bunlar; zamanında Uranos’un Gaia’nın rahmine tıktığı pek hoş görünümleri olmayan amcalarıydı.
Esaretten kurtulan kardeşler ve amcalar Zeus’un varlığına büyük bir hürmet duyuyorlardı. İkinci kuşağın elbette bir sonu olacaktı. Gaia bunu karanlık bir kehanetle duyurmuştu. Böylece Titanlar ve Tanrılar arasında korkunç bir savaş patlak verdi. Yeryüzü bu savaşla beraber titriyordu. İnsanlar o zamanlarda belki de dünyanın sonunun geldiğine inanıyorlardı. Altın Çağ büyük bir yıkımla son buluyordu.
Söylentiler bu korkunç savaşın on yıl sürdüğünü anlatır.
Dağlardan kaya parçaların havalarda süzüldüğü, yeryüzü kabuğunun çatlayarak yeraltındaki lavların toprakları yaktığı, Zeus’un kudretli yıldırımlarının ağaçlarla buluştuğu bu korkunç savaşta Gaia’nın öğütlerine kulak veren Zeus, Yüz kolluları serbest bıraktı. Amcalarından bu iyiliğin karşısında savaşta yanlarında savaşmasını istedi. Bu azman yaratıklar kollarıyla evrendeki tüm düzeni yıkmaya ant içmiş gibi savaşı daha fazla kızdırdı.
Sonunda üçüncü kuşak olarak nitelendirilen Tanrılar kanlı savaşı kazandı. Kronos ve diğer titanlar yeraltı dünyasının uçurumlarına, veyl çukurlarına gönderildi. Yüz kollu amcalarını başlarına gözcü olarak koyarak sonsuza değin orada hapsolmalarını sağlayan Zeus Olympos tahtına tüm görkemiyle kuruldu.
Yazgısına yenik düşen Kronos bundan böyle karmanın efendisi olarak bilindi.