Maori geleneğinde geniş birçok tanrılı kabile yelpazesi vardır ve bu kabilelerin mitleri doğayla iç içedir. Maoriler’in ataları, Pasifik’i boydan boya dolaşarak Hawaii ve Fiji gibi ücra adalara dahi yerleşen Polinezya, Mikronezya ve Melanezyalılarla aynı soydan gelir. Bu eski göçebe geçmişleri Maorilerin denize saygıyla karışık bir hayranlık beslemelerini sağlamıştır ve onlara ait çoğu mitin seyahat, kayıp ve ayrılık gibi temaları olmasını da açıklar.
Öncelikle Gök Baba ile Başlayalım
Raginui & Papatuanuku
Maori mitolojisine göre Gök Baba Ranginui (Rangi olarak kısaltılır) ve Toprak Ana Papatuanuku (Papa olarak kısaltılır) dünyevi her şeyin atalarıdır. En başta hiçbir şey yoktur (tüm mitlerdeki ortak bir tema) ve bu karanlığın içinde Rangi ve Papa birbirlerine sarılıp milyonlarca yıl uzanırlar. Aralarındaki bağın meyveleri, tamamı erkek olan evlatlarıdır. Bu çocuklar, anne ile babaları arasında sıkışmış, onları çevreleyen karanlık dışında hiçbir şey olmadan yaşamak zorundadır.
Bu oğlanlar büyüdükçe, hazin kaderleri onları gitgide daha öfkelendirmeye başlar ve anne ile babalarını nasıl ayıracaklarını tartışmaya koyulurlar. Savaş tanrısı ve kardeşlerin içinde en kavgacı olan Tumatauenga, anne ile babalarını öldürmek ister fakat neyse ki kardeşler orman tanrısı Tane-mahuta’nın, anne ile babayı zorla ayırma planında karar kılarlar.
Her biri Rangi ve Papa’yı ayırmayı denerler fakat çabaları fayda etmez. İş yine Tane-mahuta’ya düşer. Tane-mahuta, muazzam kudretiyle göğü yerden ayırarak dünyaya ilk ışık guzmesini ve şafağı getirir. Bu ayrılıkla yıkılan Rangi gözyaşlarını kederli yağmur damlaları olarak yeryüzüne yağdırır, nehirleri ve gölleri oluşturur. Anne ile babanın ayrılığında kardeşlerin her biri ayrı bir görev edinir. Her şeyin olduğu gibi sürmesini istemiş olan rüzgar tanrısı Tawhirimatea gökyüzünde teselli bulup kardeşi Tane-mahuta’nın ağaçlarını fırtınalı gücüyle sarsar. Deniz tanrısı Tangaroa, Tawhirimatea’nın öfkesinden kaçıp okyanuslara sığınır.
Çiftin ayrılığının yası bugün bile hissedilebilir: Rangi üzgün üzgün ağlamaya devam eder, yeryüzüne yağmurlar yağdırır. Ayrıldığı karısı Papa ise yer sarsıntılarıyla toprağı yarmaya, böylece aralarındaki mesafeyi ortadan kaldırmaya çalışır. Fakat ikisi de sonnsuza kadar ayrı kalırlar.
Deniz Tanrısı Tangaroa
Tangaroa’nın denize kaçışı, özellikle de ailesi arasında kargaşa yaratır. Tangaroa’nın oğlu ve sürüngenlerin, köpekbalıklarının, kertenkele ve vatozların atası olan Punga, babasının ardından denize gider. Punga’nın iki oğlundan sadece biri, balıkların atası Ikatere, babasının izinden denizin derinliklerine dalar. Punga’nın diğer oğlu ve sürüngenlerin atası olan tu-te-wehiwehi, kendini kuru topraklara bağlanmış halde bulur ve ormanlara sığınır. Bu nedenle deniz Tane-mahuta’yla zırtlaşmaya ve kendi soyundan gelenlerle buluşabilmek için toprağı aşındırmaya devam eder.
Ahşap Oymalar
Ahşap oyma sanatı Maori geleneğinde önemli bir yere sahiptir ve Maori halkının ve kültürünün adeta kaydını tutmuştur. Bu nedenle mitolojiyle heyecan verici bir geçmişi olması da şaşırtıcı sayılmaz. Rua-te-pupuke isimli önemli bir şahsın küçük oğlu olan Te Manu denize açıldığı bir gün Tangaroa tarafından yakalanır. Rua, umutsuzluk içinde oğlunun peşine düşer. Tangaroa’nın evine varan Rua, evin incelikli ahşap oymalarla kaplı olduğunu görür. Bunların arasında kendi oğlu da sanki bir duvar süsü gibi tavanda asılı durmaktadır. Rua büyük bir öfkeye kapılıp Tangaroa’yı öldürmeye karar verir fakat yaşlı bir kahya olan Hinematikotai ona eve girip tüm çatlak ve aralıkları, içeri ışı giremeyecek şekilde tıkamasını önerir. Rua eve girdiğinde evde daha da fazla oyma olduğunu fark eder, bunlar evin dışındaki oymaların aksine birbiriyle konuşur gibi durmaktadır. Rua oymalardan yardım ister ve onlar da planı uygulamaya razı gelirler.
Ertesi sabah ortalık derin bir sessizliğe gömülüdür. Tangaroa, oğlu, torunu ve diğer tüm balıklar uyanmaya çalışırlar ama nafiledir, çünkü her seferinde karanlık onları tatlı bir uykuyla kandırır. Rua’nın intikamı için koşullar hazırdır. Tangaroa’nın evinin önünde bekleyen Rua, evi ateşe verir. Alevler içindeki binadan Kanae (tekir balığı) ve Maroro (uçan balık) gibi kaçanlar olur, fakat balıkların çoğu evin içinde can verir. Rua da felaketten kaçmayı başaranlar arasındadır. Dışarıdaki oymaların bir kısmını alır ve bu “dilsiz” sanatı insanlığa getirir.
Ahşaptaki incelikli desenlerin balık pullarından esinlendiği rivayet edilir. Bu durum Tangaroa’nın onlarla özdeşleştirilmesinin anısına, Maori’deki evlerin çatısında dışarıdan girmek isteyenlere karşı bir koruma olarak gargoyle (yaratık şeklinde heykelcik) tarzında (tekoteko olarak adlandırılan) bir erkek çocuk bulundurulur.
Savaş Tanrısı Tumatauenga
Tumatauenga, Rangi ve Papa’nın evlatları arasında en kavgacı olandır. Annesiyle babasını ayırmak ve dünyayı ışığa kavuşturmak için onları öldürmek ister. Kardeşi Tane-mahuta’nın daha akla yatkın planı kabul edilse de Tumatauenga’nın kavgacı konuşmaları son bulmaz.
Kardeşlerinin davranışlarına karşılık Tumatauenga, kuşları (kardeşi tane-mahuta’nın çocukları) yakalamak için kapanlar; balıkları (kardeşi Tangaroa’nın çocukları) yakalamak için ağlar; ekinleri (kardeşi tarım tanrısı Rongo’nun meyveleri) biçecek aletler yaratır. Bu sayede Maoriler tahatlıkla -her ne kadar bu hayvanlar tanrıların çocukları da olsa- et, balık ve sebze yiyebilirler. Tumatauenga’nın kendisine boyun eğdiremediği tek kardeşi rüzgar tanrısı Tawhirimatea’dır. Tawhirimatea, kötü havalarla huysuzluğunu göstermeye bugüne kadar devam etmiştir.
Savaş Tanrısı Tumatauenga çok itibarlı ve önemli bir tanrıdır, çünkü insanların ekin ekip balık yiyerek toprak ve denizden yararlanabilmesine imkan sağlamıştır.
Burada bir atıfta bulunarak – Prometheus’un insanlığa tüm ilimi nasıl öğrettiğini hatırlatmadan geçmeyi asla istemem. Tıpkı Savaş Tanrısı Tumatauenga’nın ışığı dünyaya getirmeyi istemesi gibi, Prometheus’da Olympos’tan ışığı çalıp insanlığa hediye etmiştir.
Yarı Tanrı Maui – Tikitiki
Rangi, Papa ve onların nevi şahıslarına münhası evlatlarından kuşaklar sonra, pek çok kahramanlığı anlatılan Maui adında bir Yarı Tanrı dünyaya gelir. Bu Yarı Tanrı, henüz küçük bir çocukken ağabeylerinin kanoyla balık avlamaya gidip sepet dolusu balıkla dönmelerini kıskançlıkla izler. Her hün onlarla gitmek için yalvarsa da reddedilir, yaşının küçüklüğü ve boyu alay konusu olur. Maui bu alaylara pabuç bırakmamak için oturup (Karakia adında) geleneksel bir kuvvet bahşedilmesi için gizlice dua etmeye koyulur.
Bir gün Maui, ağabeyleri denize açılmadan önce kanoya gizlenir. Kıyıdan iyice uzaklaştıklarında ortaya çıkıp onları şaşırtır ve o yanlarındayken her zamankinden daha fazla balık tutacaklarına söz verir. Ağabeyleri oltalarını denize atınca karakia’sını tekrar eder ve küçük kano kısa sürede balıkla dolar. Sonra sıra Maui’ye gelir. Ninesinin çene kemiğinden yapılmış sihirli çengelde yem olarak kendi kanını kullanır ve dualar okuyarak oltayı Tangaroa’nın dünyasının derinlikleri fırlatır. Olta ipi gerildiğinde, Maui’nin gerçekten büyük bir av yakaladığı belli olur. Güçlü balık kanolarını bir o tarafa bir bu tafa sürüklemekte, Maui’nin ağabeyleri ipi kesmesi için ona yalvarmaktadır. Fakat Maui oltasına sıkıca yapışır ve ancak “devasa bir balık” olarak tanımlanabilecek avını çeker.
Ağabeyleri balığın başında beklerken, Maui Hawaki’deki halkına gidip (maori halkının mitsel vatanı, Hawaii ile aynı kelime kökünden gelmektedir) balığı eve taşımak için yardım ister. Fakat kanoya geri döndüklerinde Maui ve yardıma gelenler açgözlü ağabeylerin balığı doğrayıp bazı parçalarını kendilerine ayırdıklarını görürler. Neyse ki balık öyle büyüktür ki Hawaiki’deki tüm insanlar ve hayvanlar içine sığabilirler. Büyük balıkü Aotearoa’nın Kuzey Adası (yeni Zelanda) olur, dağlar ve vadiler de ağabeylerin balığı açgözlülükten parçaladıkları balıkların kanıtıdırç Maui’nin kanosu ise ülkenin Güney Adası olur ve buraya insanlar yerleşir. Bugün bile Maoriler Yeni Zelanda’nın Kuzey Adası için Te Oka-a-Maui (“Maui’nin balığı”) ve Güney Adası için Te Waka-a-Maui (“Maui’nin kanosu”) adını kullanır.
Ölüm Tanrıçası Hine-Nui-Te-Po
Hine-nui-te-po, Tane-mahuta’nın (orman tanrısı olan) kızıdır fakat tanrı onu karısı olarak da alır. Tane- mahuta’nın babası olduğunu öğrendiğinde Hine-nui-te-po utanç içinde yeraltına kaçar ve oranın hükümdarı olur.
Maui, Güneş’in rotasını yavaşlatarak ışığın bütün gün sürmesini sağlamak gibi birçok başarısına rağmen, vaftiz gününde babası onu lanetlediği için er geç öleceğinin bilinciyle yaşamaktadır. Böyle saçmalıkların gözünü korkutmasına izin vermeyecek Hine-nui-te-po’yu ziyaret edip, kendisine ölümsüzlük bahşetmesi için onukandırmaya karar verir.
Maui, bu ziyaretin öncesinde, kendisine eşlik etmek üzere farklı kuşlardan bir sürü oluşturur. Daha sonra, batı yönünde ufukta kızıl bir parıltı olarak seçilebilen tanrıçayı görmek için yollara düşer. Etkileyici bir varlık olan Hine-nui-te-po’nun saçları yosuna, ağzı bir baraküda balığına benzemektedir, kırmızı parlak taşlardan gözleri vardır. Maui ve ona eşlik eden kuşlar onu bulduklarında tanrıça uyuklar vaziyettedir, bacakları birbirinden ayrıktır ve bacaklarının arasından keskin bolkanik cam ve kaya parçaları seçilebilmektedir. Burası, yeraltı dünyasının girişidir.
Maui hiysilerini nazikçe çıkarır, incelikli balık pulu desenli Maori dövmeleri ortaya öıkar ve Hine-nui-te-po’nun bacaklarının arasından tüm bedeniyle girer. Arkadaşlarına tanrıçanın ağzından çıkana kadar çıt çıkarmamalarını söylemiş olmasına rağmen bu manzara kullardan birine fazlasıyla gülünç gelir ve küçük kuş kahkahalı bir cıvıltı koyuverir.
Hine-nui-te-po uyanır ve Maui’yi jilet keskinliğindeki vajinasıyla ikiye ayırır; Maui, yaşayanlar arasında ilk ölen olur. Maui’nin yaptıkları yüzünden tüm Maoriler ölümü tecrübe etmelidir.
Kaynak:
The midas Touch: World Mythology in Bite Sized Chunks
Mark Daniels